19 Eylül 2005

perihan mağden yazıları

perihan mağden yeni aktüel dergisinde yazmaya başladı. bazı haftalar sırf onun yazısını okumak için dergiyi almak zorunda kalıyorum. belki aynı zorluğu yaşayanlar vardır diye, ilk iki hafta yazılarını blog'a ekledim. fırsat buldukça diğer yazılar da burada olacak.

20.09.05 - yeni yazı-

Medyalamamızın (seksi) tecavüz mağduresî yerleştirme sınavı
Bu görüntüleri (dört buçuk dakika!), yarı baygın bir kızın bir pislik tarafından kullanılması görüntülerini bir bilimadamı, kadını, antropolog, sosyolog, psikolog, adli tıpçı, meraklı-meraklı-meraklı kılığında izleyenler, ama ille de bu görüntüler ekranına düşer düşmez eşe dosta gönderenler, ışmlayanlar, postalayanlar; bu görüntülerden kareleri habire basarak üstüne son derece siyaseten yaniışçı haberler yapanlar da, kızı bayıltıp tecavüzünü kaydeden adam kadar suçludur!
yazının devamı

Arıza Kadınların Sonuncusu
Bilen bilir, Arıza Kadın lafını ilk ben buldum, ben kullandım Pazartesi Dergisi'nde. Yani doğru Türkçe, pek tabii ki, Arızalı Kadın. Ama Arıza Kadın arızalı kadının üstündedir: arızadır/ arıza yaratır vs. vs. Meraklısı arkeologlar mahzenlerde bulsunlar yazmışız / keşfetmişiz zamanında işte. Kopartıp atmışız.

yazının devamı

Arıza Kadınların Sonuncusu:Petek Dinçözdür
Arıza Kızların Sonuncusu: Petek Dinçöz'dür! Hani şu MİT'in, Genelkurmayın filan Türk Toplumu'nun Bir Numaralı Ruhani Tehlikesi addettiği Televolelemelerin mucidi Can Tanrıyar'ın son keşfi, 6 yıllık sevgilisi, şarkıcı dansçı küçük kız! Petek Dinçöz!

yazının devamı


3 Comments:

Blogger KNemo said...

Arıza Kadınların Sonuncusu

Bilen bilir, Arıza Kadın lafını ilk ben buldum, ben kullandım Pazartesi Dergisi'nde. Yani doğru Türkçe, pek tabii ki, Arızalı Kadın. Ama Arıza Kadın arızalı kadının üstündedir: arızadır/ arıza yaratır vs. vs. Meraklısı arkeologlar mahzenlerde bulsunlar yazmışız / keşfetmişiz zamanında işte. Kopartıp atmışız.

Kağıt almaya giltîm ya-zı{mı) yazıcam diye. Kağıtların üstünde bi fotoğraf kutusu duruyor. (Kağıtların kullanılmadığına işaret.) Hani fotoğrafları çekersin çekersin de, ayakkabıların içinden çıktığı karton kutulara doldurursun. Sonra.
Bu kutu ise metal ve lacivert. Sa-ğolasın Ikea! işte diyelim sİyaseten doğrucu bir tsveçli'nin tkeası geldi ve bu kutulara ihtiyacımız olduğunu, bunların un yüz bin baloncuk karşılığı değil de makul fiyatlara satılabileceğini, tuvaletlerde BABALAR için DE bebek altı değiştirme bölümü yapılması gerektiğini, İsveç köftesi ve somonun bir alışveriş merkezinin kantininde pek de ehven rakamlara satilabilcceğini-
Yahu kardeşim kes diyoruzz - bu bi İkealama yazısı değil ki. Ama demek içimizde siyaseten doğrucu "girişimciyi" takdİrlemeye hasret bir yan-Yanİ bi zamandır yazmıyormuşuz, kağıtların üstüne dalgınca fotoğraf (metal) kutusunu koymuşuz da, ruhumuz dahi duymamış. Çıkması gereken ANA netice; bu.

Mevzumuz ise "kız çocukları" üstüne.
Temelde, böyle.
Az önce benimkine: "N'olur benimle konuşma biraz, yazı yazıcam" dedim. Çünkü sonsuz bir canlılıkla konuşuyor, konuşurken hopluyor zıplıyor, ters takla atıp köpeği (mindere döndü o da) sıkıştırıyor - içim yoruluyor. Sıkı bir panayırdan (ki panayırların ennn güzeli) yorulma hali.
Castaneda demiş ki (o adam çok meşhurdu zamanında: Çarlos) "Kız çocuğu olunca bir kadının, ruhunun orta yerinde bir delik oluşur, yedi yılda kapanır ancak" demiş. Yani ben söyleyenin yalancısıyım, bana nakledenin, okumam ben öyle ulvi / spiri-tüel şeyleri. Aşar beni. Taşar, dere yatağından sonra.
Şimdi (b)İlginç olan şudur: Demek erkek çocuk doğurmak böyle bir delik açmıyor. Demek anne (yani kadın) gidip ruhunun orta yerindeki o deliği oğlunun ortasına açıyor. Ruhsal matkapla. Dırrrr. Rrrrrrr. (Matkap sesi.)
Her neyse. "Anneciğin seni çooo-ok seviyor oğlum" diyerek KARŞI

cinsi pışpışlıyor ve mevzumuza de-vamlıyoruz: Arıza Kadınların Sonuncusu. (Mohikanlar'dan ziyade - esprisini patlatacak kadar da düşmedik.)
Bu arada bilen bilir (bilmeyenin öğrenmesi için de süper bir kupon) Arıza Kadın lafını ilk ben buldum, ben kullandım Pazartesi Dergisi'nde. Yani doğru Türkçe, pek tabii ki. Arızalı Kadın. Ama Arıza Kadın arızalı kadının üstündedir: arızadır / arıza yaratır vs. vs. Uzun bir tanım ki, üstüne gidemeyeceğim, meraklısı arkeologlar mahzenlerde bulsunlar yazmışız / keşfetmişiz zamanında işte. Kopartıp atmışız.
Böyle Türkçe'ye çok kelime ka-zandırmıslığımız vardır.
Mesela: kardelen kelimesi. Karlı dağlarda kırt kırt yürürken ilk ben gördüm o çiçeği, paşama işaret ettim, adını nitekim ben koydum. O kırt kırt sesinden de bir kelime türetmiştim ama - Şimdi çıkaramıyorum.
Burda da dergi yönetiminden rica ediyorum, ben espri yaptıkça şöyle bir kırmızı ışık yansın sönsün / yansın sönsün / göz kırpsın. Hong Kong'da çok gelişti böyle şeyler: Teknolojik gelişmelere arkamızı dönmemek lâzım.
Türklerin zımni şakalamaları anlamadığı gibi-
Yani bi milletin bu kadar mı mizah anlayışı gelişmez güdük / kışlada kalır. Gördük nitekim ana haberlerde Leman'ın "Donumuza Sahip Çıkalım. Sevelim. Önünü Okşayalım" eylemine "Strangers in the Night" yaklaşımı! Ve hatta "Durgun Akardı Don" yaklaşımı. Ve hatta "Aa, ne ayıp yapı-yolar. Kim bunlar? Ülkü Abla bize böyle mi öğrettiydi" yaklaşımı. (İçimizde yaklaşım tanımlamaya aç bir yan DA seziliyor.) Ee yaratıklandır dur kelimeleri, tasvirle yaklaşımları-Türkçeye katkıda da 1 sınır tanımalıyız değil mi?
Sınırsız sayısız bi yazıya dönüştük korkarım. Yazılamanın bitmesine ramak kaldı, murattimize geliyorum. (O kelimeyi böyle yazarsam haftada 1 karton yollamaya söz verdiler. Bi yerde Tan Sağtürk haklıdır: sponsorsuz hiç bi şey olmuyor. Olunmuyor.)

işte ben Arıza Kadın bombasının pimini çekerken, sonun başlangıcını da ilan etmiştim. Demiştim, yani yazmıştım ki; bu zamanlarda, bu post -mortem (ölüm sessizliği) vakitlerde 1 Banu Alkan, 1 Ahu Tuğba, 1 Gönül Yazar - harbi bir arıza kadın yani, kendi pahasına; kendi yüksek ve alçak çıkarları pahasına kendini mahvetmekten, perişan etmekten, rezil etmekten imtina etmeyen / edemeyen Sahici 1 Arıza Kadın çıkmaz ağbiler ablalar. Demiştim: açın bakın toprak altını.
Her şeyin sahtesine kaldığımız gibi Arıza Kadınların da sahtesine / imitasyonuna, beyoğlutaşlısına kaldık - demiştim.
Oysa, Zaman beni haksız çıkar sen. Arıza Kadınların baş mottosu olan "Pire için yorgan yakarım / oturur seyrine bakarım" (bu mısraları da Selahattin El Duman'dan aldık: Kadın kısmı kafiye DE düşüremez ayrıca) çizgisinde olan bir kadın, bir kız çocuğu, bir defo fettanı, fettan defosu, bir "oluşum" yani, olmuşum, ol-muş-keşfettik.
Bommmmm diye tossladık televizyonculuğumuzda. (Bu efektler konusunda da hiçbir maddi / manevi fedakarlıktan kaçınılmamalı. Tayvan'daki gelişmeler malum. Türk halklarının sesleri kulaklamadaki beceriksizliği DE.)
Yazı bu arada bir Giriş Kabusu oldu (Halk arasında: Girişella) Peki Hoş Geldik/ 5 Gittik/ Karagözüm / Çatalkaram / Pirzolam yapsaydık -DAHA MI İYİ OLACAKTI? (Bur-da yazar baş harflerin dehşetini halkın üstüne salar. Sindirir.)
Bu kadar işlevci olmayın yani.
"Comme-il faut" olun. (Var diii mi öyle 1 Fransızca zırtapozluk?) Haftaya yazacağız işte! (Bağlama Büyüsü)
Oturup girişi bağlayacağız: "ArızaKadınların Sonuncusu: Hakikaten."
Muştuladık. Vedalaşıyoruz. Efendi.
Ceeeee

Pazartesi, 19 Eylül, 2005  
Blogger KNemo said...

Arıza Kızların Sonuncusu

Arıza Kızların Sonuncusu: Petek Dinçöz'dür!
Hani şu MİT'in, Genelkurmayın filan Türk Toplumu'nun Bir Numaralı Ruhani Tehlikesi addettiği Televolelemelerin mucidi Can Tanrıyar'ın son keşfi, 6 yıllık sevgilisi, şarkıcı dansçı küçük kız! Petek Dinçöz!

Bir Sosyeteleme Daveti. (Burda tabii Gönül basith bir nokta yerine, Hıncal Uluç'tan zengin bir üç nokta ardından ünlemi alıp da koy¬mak istiyor.)
Şıkırtılar, şıngırtılar, buzdan kes¬kin kahkahalar: Her şey yolunda yani. Ve fakat öyle mi?
Havuzlu Davet Sahibesi için hiç de değil. Zira o şen şakırdak misafir¬lerinin arasında dolaşırken Küçük Bir Kız Hayalet onu takip ediyor. Ayrıca Yaşlı Bir Amca Hayalet: başkaları da var yani. Yalnız Casper yok. (Bilgisa¬yar olanı.)
Ve fakat kimseler bu Küçük Kız Hayaleti görmediği için, terapilere gi¬diyor filan: Anlatamıyor derdini.
Misafirler arasında bir Küçük Kız daha var. O diyor ki: "Su arkandaki Küçük Kız kim?"
Havuzlu Davet Sahibesi'nin tüyle¬ri diken diken oluyor. Gördü en niha¬yet biri.
Görmekle de kalmıyor: "Deprem¬de annesi ölmüş. Seni annesi zanne¬diyor; bi dua okuyayım da gitsin. Peki ya şu yaşlı amca?"
Yanlarında durayazan davetliler

felaketleri hisseden Kahramanımız Küçük Kız ise Arıza Kızların Sonun¬cusu: Petek Dinçöz'dür!
Hani şu MiT'in, Genelkur-may'ın filan Türk Toplu¬mu'nun Bir Numaralı Ruhani Tehlikesi addettiği Televolele¬melerin mucidi Can Tanrıyar'ın son keşfi, 6 yıllık sevgilisi, şarkıcı dansçı küçük kız! Petek Dinçöz!
îşte Petek Dinçöz'ün öyle küçük kız/ küçük kız bir yanı var. "Kadın" kelimesine gitmedi elim onun için. Küçücük, güzelim kafasının üstüne ısrar muhabbet geçirdiği devasa "Bar-bie bebek saçı" perukları, alabildiğine açık saçık olsa da onun üstünde hiç de müstehcen durmayan Barbie sah¬ne kıyafetleri, elleri kolları, pek de mimik olmayan mimikleriyle diyelim Colorado Eyaleti Minikler Güzellik Yarışması'na sokulmuş 6-7 yaşların¬da bir Çocuk Güzeli o. Kadın kıyafet¬lerinin içinde yaşsız, ama illa da yaş-landırılmaya, ticarileştirilmeye çalışı¬lan bir Barbie.
Bir JonBenet Ramsey! Hatta.
Can Tanrıyar kültür hayatımıza son neşterini "Canlı Hayatlar" diye bir "sen bana anlat, ben gözüm kâh yaşarıp, kâh hayretten Ebru Akel mi¬sali dona kalarak, ilk defa duyuyor-muş GİBİ dinleyeyim" hadisesi yara-tıklandırarak attı ya-
Hani Bülent Ersoy'un bir volkan, bir yanardağ, bir birey olarak filan, hem de harikulade güzel patladığı; ortaya patlatıldığı format.
Hele Büyük Türk Zihni Birol Gü-ven'den öğrenmiş olduğu "dokü-dra-ma" tekniğiyle (öyle adlandırıyorlar kendileri) attırdığı bir canlandırma kısımları mevcut ki-
Beymişköy Lisesi'nin öğrencilerini filan kantinde toplayıp 7 tost, 3 sosis-li, 5 ayran, 2 limonata, ağbilere çay maliyetine gerçekleştirilen bu canlan¬dırmalar başlı başına Sao Paulo Bi-enali'nde bir iş olarak Türkiye adına bulunmayı hak etmektedir. Diyelim Bülent Ersoy'un üstelik ameliyat ön¬cesi gençliğinin kadın bir oyuncuyla, Zeki Müren'in ise yaşlı ve perukalı bir huysuz amcayla "cann"landırılmış olması başlı başına cinsel bir revolüs-yon, hadi o olmadı diyelim, tinsel bir devrim, süper bir zırtapozluk, neşe ve densizlikte sınır tanımama halidir!
Kardeşim topa bi giriyorum ner-den çıkacağım belirsiz: bu dergi yazı¬larının kaderi de BU olacak, anlaşıl¬mayan.
Uzun atışın kısası Can bey, kendini fersah fersah aşmış olan keşfini alıp karşısına, bir nevi Dr. Frankens-tein Çaresizliğin Laboratuvarında, konuştular Petek "hanımla." (Birbir¬lerine Can beyin ısrarıyla böyle hitap ediyorlar: maksat programın aristok¬ratlığına halel gelmesin.)
Arada Petek Dinçöz (ki Can beyin parmağını kırmışlığı var) "Demek öyle Can beyyyy" yaparak ancak Hakiki Bir Arıza Kadın'ın çıkarabileceği üs¬tün ve samimi arızalardan çıkarıyor.
Ama Petek Dinçöz'ü Son ve Bek¬lenen Arıza Kadın ilan etmemizin ne¬deni canhıraş samimiliğidir, sahiciliği¬dir, bodoslama dalma, pire için yor¬gan yakma, Dimyat'a olay çıkarmaya giderken evdeki tavuklu pilavda gözü olmama (zaten ağır vejetaryen) hali¬dir.
Program için kovayla alındığından şüphelendiğimiz fondötenlerinin ar¬dından, nedense ziyadesiyle rimellen-dirilmiş (oysa bir çocuğun kirpikleri kadar kıvrık ve güzel) kirpiklerini fi¬lan kırparak Can Tanrıyar'ın: Yani gençken hiçbir ahlaki yargınızın ol¬madığını söyleyebilir miyiz Petek ha¬nım?" sorusuna bir cevap verişi vardı ki Arıza Kızların Sonuncusu'nun!
"Evet Can bey çok güzel ifade et¬tiniz. Beni çok güzel gözlemlemişsi¬niz. HİÇBİR ahlaki yargım YOKTU!" deyişi.
Bize "İşte beklenen ve artık geleceğinden ümit kesilen Hakiki Arıza Kadın budur!" dedirten böyle anlardır.
İlk kısım Petek Dinçöz'ün har¬biden yürek burkan hayat hikayesine ayrılmıştı. (22-23 yaşlarında daha.) İkinci kısımda Petek Dinçöz'ün spiritüel güçleri işlenecek ve bir aşamada Tanrıyar'a acayip sinirlenip suratına bir bardak suyu aşk edecek¬ti! Parçalarını defalarca gördük de, kendisini göremedik!
Esracengiz nedenlerle (ve hiçbir açıklama gayretine girişilmeden) ikinci kısım ayaklarımızın altından çekildi.
Hem ikinci kısmı isteriz, hem de Amerika'larda filan güzel/ seksi/ şahane/ karşı konulmaz bulunan bir sürü can sıkıcı tavukkız'dan çok daha iyi dans eden, hiç de fena söy-lemeyen, çok daha hakiki ve acılı Petek Dinçöz'ün başarılarının (bir kurtuluş savaşını da içerebilecek) devamını.
Biz sevdik bu kız çocuğunu yani. Hakiki bir star kadar kırılgan, kırıcı ve seyredilesi bulduk. Tabii ki Versace gömlek (anlaşılan) addict'i Sn. Tan¬rıyar'ın "stopper" işlevini de asla yabana atmıyoruz. Gerçekçiyiz yani.

Pazartesi, 19 Eylül, 2005  
Blogger KNemo said...

Medyalamamızın (seksi) tecavüz mağduresî yerleştirme sınavı
Bu görüntüleri (dört buçuk dakika!), yarı baygın bir kızın bir pislik tarafından kullanılması görüntülerini bir bilimadamı, kadını, antropolog, sosyolog, psikolog, adli tıpçı, meraklı-meraklı-meraklı kılığında izleyenler, ama ille de bu görüntüler ekranına düşer düşmez eşe dosta gönderenler, ışmlayanlar, postalayanlar; bu görüntülerden kareleri habire basarak üstüne son derece siyaseten yaniışçı haberler yapanlar da, kızı bayıltıp tecavüzünü kaydeden adam kadar suçludur!

Gamze Özçelik'i biz Basith Haklar Popstar'ın (be hey ne günlerdi!) "Popstar" olduğu, milletin üstünde kayıtsız şartsız egemenliğini ilan ettiği günlerde tanıdık.
Anlaşılan bir dizide de oynuyordu. Daha sonra "Savcının Karısı"nda sav¬cının karısını da oynayacaktı. Türki¬ye'de Gamze Özçelik'in karısı olacağı bir savcılık/ hakimlik ortamı göreme¬diğimizden hiç izlememiştik. Diyelim "King Kong" daha gerçekçiydi.
Ama Popstar da harikuladeydi. Kız bir kere çok güzel, çok seksiydi, içinde "funky" bi yan da vardı. Şöyle seksapel hicvi gibi, "Pulp Fiction"da Uma Thur-man'ınki gibi. Hani dalga geçerken ge¬çerken cinsel ve cazip olan. Olabilen. E bu da kolay bi bileşim değildi.
Zaten o yarışmayla "patladı."
Sonra tabii o malum görüntüler. Gündemin sonnn işgali. Ben görme¬dim, HİÇ BİR YERDE.
Ne ayakkabılarımı boyatırken uzatıp cebini ayakkabıboyacıçocuk izlet¬tirdi zorla, ne de caddenin köşesindeki laternacı "Abla şöyle bi tecavüz sahne¬si: Bi göstereyim dedim," yaptı.
Kameralı cep telefonu ve bilgisa¬yar kullanmadığımdan, böyle pislikleri yayacak "sıcak" bir arkadaşlık ortamın¬dan da mahrum olduğumdan-
Burda demem o ki: BU görüntüle¬ri (dört buçuk dakika!), yarı baygın bir kızın bir pislik tarafından kulla¬nılması görüntülerini bir bili¬madamı, kadını, antropolog, sosyolog, psikolog, adli tıpçı, meraklı-meraklı-meraklı kılı¬ğında izleyenler, ama il¬le de bu görüntüler ek¬ranına düşer düşmez eşe dosta gönderenler,

ışmlayanlar, postalayanlar; bu görün tülerden kareleri habire basarak üstü¬ne son derece siyaseten yaniışçı haber¬ler yapanlar da, kızı bayıltıp tecavüzü¬nü kaydeden adam kadar suçludur! Suça iştirak etmekte, ileride bunların tekrar başka kızların başına gelebilme¬si için gerekli mümbit toprakları ruh¬larının sonu gelmez gübreleriyle temin etmektedirler! Tebrikler!
Burda tabii magazinlemecileri-mizin süper sıcak ve dost ortamını, kendi esracengiz dönenceleri neti¬cesinde Gamze Özçelik'i maruz bı¬raktıkları "negatif ayrımcılı¬ğı işaret etmeden geçeme¬yeceğim.
Bir başka seks-teşhir-kaset vakasının mağdure-si olan Sibel Can yanına (sonnn derece güvenilir 2 şahsiyet olan o zamanlar-ki eşini ve kayınpederini) alıp her zamanki yumu¬şacık uyutma sesi, acıklıtatlı gülüşü, "Heidi'nin Başına Bakın Bu Hafta Neler Geldi?" üslubuyla "Öyle bir kaset yoktur; getirene 1 mil¬yon, 10 milyon dolar veririm," kandır-macasını yaptığında medyalamacılığı-mız yüzde bin beş yüz yanındaydı.
Öyle bir kaset o kadar vardı ki: olay DGM'lere düşmüş, kaset ellerin¬de Çan'a şantaj yapanlar mahalleden Nuriş Ağbi'sinin çetesine ha¬vale edildiği için kasetin biza¬tihi varlığı DGM tarafından test edilip onaylanmıştı.
Ama Çan'ın o zamanlarki imajına: eteğini sıyırtarak po¬lis konserini dağıtan ve aynı zamanda iki tosuncuk annesi, kocalı, kayınpederli (hani mafya babası eski sağ kolunu temizletirken tesadüfen orda bulunup da denize atlayarak yırtan Selçuk Ural) edalı işveli asker kartpostalları kraliçesi Dansöz Heidi'ye, magazinci¬lerin DEVAMLILIK SORU¬NU nedeniyle ihtiyacı, öylesi¬ne çoktu ki. Çan'ın reytingi, o günlerde özel Sibel Can mu¬habirleri istihdam ettirtecek kadar yüksekti. Aynı şekilde süzgün bir surat ve iki-üç damlayla magazin kardeşliği¬nin karşısına çıkan Gülben Ergen'in açıklaması da anında olayın kapatılmasına vesile ol¬muştu.
Ben tabii demiyorum ki: "Niye Sibel Çan'ın, Gülben Ergen'in yavşak bir üslupla haftalarca "kaset de kaset" di¬ye üstüne gidilmedi, iki şantaj mağdu-resi daha da mağdur taciz edilmedi?" demiyorum. Tabii ki gidilmeyecekti. Mağdureler daha mağdur, daha mağ¬dur, taciz edilmeyecekti.
Ama her iki hadisede de GÖNÜL¬LÜ OLARAK bir de esas kız, birlikte oldukları pislikler tarafından beraber¬likleri kaydedilmiş îki Magazinleme Devi'nin karşılanması var. Bir de Esas Kız mertebesinde olmayan, o nedenle de korunmayan, kollanmayan Gamze Özçelik'in dana kadar basılmış en en seksi pozları eşliğinde çaktırmadan (ve tabii çaktırarak) gözlerimizin

önünde sürekli tecavüze uğraması hali var. Kurbanlaştırılması. Çekiştirip li¬me lime edilmesi.
Gamze Özçelik Adli Tıp tarafın¬dan DA raporlandığı üzre bayıltılarak TECAVÜZE UĞRUYOR! Olayı ha¬tırlamadığı ve kendine, geçmişine konduramadığı için de (ve muhteme¬len o iğrenç görüntülere ilk başta kendini maruz bırakmayarak) inkar edi¬yor. Reddediyor. Kabul etmiyor. (Bu mesela "dürüstlük bağımlısı" magazin¬cilerimize ters. Yaaaaa!)
2 Kraliçe'ye yapılan ağırlamanın, kapatma hızının, anlayışla olay yerin¬den uzaklaşmanın yüzde birini, binde birini bir tecavüz mağduresi olduğu halde bu gencecik, bu onurlu, gururlu, ağlamaktan gözlerinin altı harbiden şiş kızcağız görmüyor. Göremiyor.
Bu medyarezillemesine son tuz ve biberi ise, geçtiğimiz Salı gecesi Kali¬teli Keçiler Diyarı'nda (ki bu ayrı bir yazı konusudur) tırnak içinde kaliteli

haberciliğin duayeni Mehmet Ali Bi-rand ana haberlerinde ekiyor.
Mehmet Ali Birand'ın her kelime¬yi, her cümleyi ağzından çıktığı anda kristal bir kadehi muhakkak düşürür-cesine yerle bir, tuzla buzzz etmesine, ana haberleri dinlerken insanı sürekli "Allahım şimdi bu cümleyi nasıl ede¬meyecek? Toparlayamayacak? Ta-mamlayamayacak?" ultra ger¬ginliğine sürüklemesine tamam zaten kılım.
Ama besbelli ki Kanal D'de o gece dizisinin başlaması şere¬fine oyuncu arkadaşlarıyla SETTEN anahaberlere bağla¬nan Gamze Özçelik'i "Pekiii, böylesine ilgi ee, şey, yani gör-topla-mak eeekendi-üstüne? Güzel, yani hoşş nasıl derler bi yanı da yok mu Gamze?" diye vs. vs. vs. sıkıştırması-Tek kelimeyle: iğrençti. Özçelik tarafından hariku¬lade samimi bir öfkeyle tersle¬nince "empati sorusu" olarak: "Eeee, sen bildiğimiz kadarıyla, nasıl denir maddi durumu iyi olmayan bir ailenin, yani kar¬deşini filan eeee sen okutuyor-muşsun Gamze" anlayış ve say¬gı pınarı (tek dişi kalmış Empa¬ti Canavarı) sorusunu boşalt¬ması!
Mehmet Ali Birand ortası kırmızı yanları mavi ve fakat çerçevesiz gözlükleri, frenkü-zümü edaları, konuşmaözürlü ve fakat süper rahatım: keh keh keh de keh: "Şimdi hayat¬tan anı-ee-görüntüler. Gasptankaçan (kah keh keh) taksici direğe çarp-toss-ladı" dünyayansaumurumdeğil yaban-cılaştırmalarıyla -Biz Türk Halkla-rı'nda "Feridun Çölgeçen anahaberleri sunmakta: anneciiim! Çabuk başka kanala" hissiyatından başka bir hissiyat yaratıklandırmıyor, bunu da belirte¬yim.
Onun içün: anahaberleri(ni) üs¬tünde bir ropdöşambr, boynunda bir kötü adam fularıyla sunsa Lüksem-burg Bahçeleri'nden şahane olur. Zira bu kılık bir Feridun Çölgeçen trade-mark'ıdır. Hayrına, belirteyim.

Çarşamba, 21 Eylül, 2005  

Yorum Gönder

<< Ana Sayfa

eXTReMe Tracker